Çalışma sermayesi yönetimi, işletmenin cari varlıkları ile cari borçlarının yönetimidir. Çalışma sermayesi yönetimi, işletmenin cari aktifleri ve cari pasiflerinin nelerden oluştuğu, cari aktif ve cari pasiflerin bir araya gelme oranlarının işletmenin kârlılığı ve riski bakımından ne gibi sonuçlar yaratacağını değerlendirmektedir.
Her işletmenin ihtiyaç duyduğu çalışma sermayesi birbirinden farklıdır; sanayi ve hizmet sektörlerinde olduğu gibi. Çalışma sermayesi tutarı; işletmelerin faaliyet konusuna, ekonomik şartlara, devletin kredi politikasına, faiz oranına, üretilecek ve satılacak malların tedarik ve üretimi süresine, üretilen mamullerin birim maliyetinin büyüklüğüne, işletmenin satış hacmine ve koşullarına, satışların mevsimlik olmasına, stok devir hızına, alacakların devir hızına göre farklılık gösterir.
İş hacmindeki artışa karşı çalışma sermayesi oldukça duyarlıdır. Satışları artan bir işletmenin stok, alacak ve nakit mevcudunda artışlar olması doğaldır. Çalışma sermayesi yönetimindeki etkinliğin artırılması ile satışlardaki artış ve çalışma sermayesine duyulan ihtiyaç aynı oranda olmayacaktır.
Likidite yönetimi, çalışma sermayesi yönetiminin temel taşlarındandır. Likidite her varlık için paraya dönüşebilme yeteneği olarak tanımlanabilir. En likit varlık kasadaki paradır ve diğer likit varlıklar bilançonun aktifinde en likit varlıktan en az likit olan duran varlıklara doğru bir hiyerarşi halinde sıralanmışlardır. Çalışma sermayesinin riskini firmanın kısa vadeli borçlarını ödeyememesi oluşturur. İşletme yeter seviyede kasaya sahip değilse teknik likiditesini (süresi dolan borçları ödeyebilme yeteneği) kaybedeceğinden süresi dolan borçlarını karşılayamayacaktır. Bu durum reorganizasyon vb. çeşitli önlemlerin alınmasını gerektirecektir.
Bir işletmenin mükemmel ürünler ürettiği, etkin bir pazarlamaya sahip olduğu, uzun vadeli varlıkları çok iyi yönettiği bilinse bile likidite kontrolünün kaybedilmesi hâlinde sonunun geleceği düşünülerek “çalışma sermayesi yönetimi” zaman zaman “likidite yönetimi” ile eş anlamda görülmektedir.
Çalışma sermayesinin likidite ve esneklik bakımından önemi büyük olmakla birlikte, bunun yüksek olmasının işletmenin kârını olumsuz yönde etkileyebileceğini gözden kaçırmamak gerekir.
İşletmeler, yaptıkları işe göre en az kasa-alacak-stok bulundurarak yatırımlarının verimini en maksimum yapmak istemektedirler. Ancak geleceğin taşıdığı belirsizlikler nedeniyle kâğıt üstünde belirtilen miktarlardan sapmakta ve işletmenin toplam değeri açısından daha yararlı olabilmek için bir taraftan döner varlıklarını artırırken diğer taraftan da kısa süreli borçlarını kontrol altına almaya çalışmaktadırlar. Bu şekilde oluşturulan çalışma sermayesi politikaları, bir bakıma risk ve verim arasında belli geçişler yapılarak optimumun aranmasıdır.
Çalışma sermayesi ihtiyacının belirlenmesi
Çalışma sermayesi düzeyinin doğru belirlenebilmesi için, işletmelerin borçlarının vade yapılarının ve varlıklarının likidite derecesinin bilinmesi gerekir. Kârlılıktan kastedilen öz sermayenin kazanma gücüdür. Çalışma sermayesi ile ilgili kararlar kârlılık ve risk arasındaki değişmenin etkisi altında alınmaktadır. Likidite ile kârlılık arasında ters yönlü bir ilişki vardır. Likit varlıkların toplam varlıklar içindeki yeri arttıkça yani likidite yükseldikçe işletmenin kârı azalacaktır. Likiditesi yükselen işletmelerin riskliliği azalmakta ama kârı düşmektedir. Risk ile likidite ters yönlü, risk ile kâr ilişkisi ise aynı yönlüdür. Risk azaldıkça kârlılık da azalır.
Çalışma sermayesinin etkili yönetimi bir işletmede verimliliği artırmakta, artan verimlilik kâr artışı sağlamaktadır. İşletmeler, kısa vadeli ve uzun vadeli kaynaklara göre farklı likidite derecelerine sahiptirler. Bu tür kaynakların işletmeye maliyetleri de farklıdır. Kısa vadeli borçlanmada riskin artmasına karşılık maliyetler düşmektedir. Bu durumda kârlılık da artacaktır. Ancak likidite sıkıntısına girileceğinin hissedilmesi halinde likidite ve kârlılıktan belli bir fedakârlıkta bulunularak uzun süreli borçlanma yolu seçilebilecektir.
Her işletmede olduğu gibi küçük işletmelerde de çalışma sermayesi yönetimi ile işletme yönetimi bütünleşmektedir. Çalışma sermayesi yönetimi küçük işletmeler için daha da önemlidir. Bu tür firmalar makine-araç-gereç, donanım kiralayarak maddi duran varlıklara yapacakları yatırımları sınırlayabilir, düşük bir düzeye indirebilirler; oysa para tutma, alacak ve stoklara yapacakları yatırımlardan kaçınma yolları yoktur. Bu nedenle küçük firmalarda “dönen varlıklar” önemlidir. Ayrıca küçük firmalar için sermaye piyasasından, hatta kredi kurumlarından uzun süreli fon sağlama imkânı çok sınırlıdır. Finansman kaynağı olarak daha çok kısa süreli yabancı kaynaklara (satıcı kredileri, banka kredileri vb.) başvurmak zorundadırlar. İhtiyaç duydukları fonları sağlamada fazla seçenekleri bulunmamaktadır. Ayrıca nakit sıkıntısına düştüklerinde kendileri açısından bir güvence oluşturan ve bu sorunu çözecek olan fazla miktarda pazarlanabilir menkul kıymetleri de bulunmamaktadır. Bu durum net çalışma sermayesi ve likidite durumlarını etkilemektedir. Küçük ve başarılı işletmelerin kârlı görüntüsüne rağmen, bazen borçlarını ödemede yetersiz kalabilmeleri, iflaslarına dahi neden olabilmektedir.
Doç. Dr. Kadir Tuna