Dünyanın ekonomik açıdan gittikçe bütünleşen tek bir pazar hâline dönüşmesi, ülkelerin hedeflenen büyüme ve refah artışlarının gerçekleştirilmesinde dış ticaretten beklenen gelirlerin önemli bir pay tutmasına yol açmıştır. Bu nedenle ülkeler dış ticaret gelirlerini artırabilmek için ihracatçılarına ciddi oranlarda destek ve teşvik unsurları sunmaya başlamışlardır. İhracatçılara bu amaçla sağlanan teşvik unsurlarının başında vergi teşvikleri gelmektedir. Vergisel teşvikler ihraç edilecek mal veya hizmetin maliyetinde vergiden kaynaklanan yükü azaltarak uluslararası piyasada bunların fiyat bakımından rekabet edebilirliğini artırmayı amaçlar.
Ülkemizde girişimcilere sağlanan en önemli vergi teşviği Katma Değer Vergisi İadesi’dir. Katma Değer Vergisi’nin olağan uygulaması mal veya hizmetler, satın alınırken ödenen vergilerin, satılırken tahsil edilen vergilerden düşülmesi sonucu ortaya çıkacak mükellef lehine farkın vergi dairesine yatırılması, mükellef aleyhine olan farkın ise indirilmek üzere gelecek döneme aktarılması şeklindedir. Ancak ihracat işlemlerinde yurt dışına yapılan teslimlerin katma değer vergisinden istisna olmasından dolayı alıcıdan tahsil edilen bir vergi söz konusu olmadığından yüklenilen vergilerin indirilememesi sorunuyla karşılaşılmaktadır. KDV Kanunu bu soruna çözüm olarak ihracata konu olan mal ve hizmetler dolayısıyla yüklenilen vergilerin indirilemeyen kısmının mükellefe iadesini öngörmüştür. Ancak uygulamada yaşanan ve hayali ihracat olarak bilinen olumsuz tecrübeler neticesinde KDV iadesi süreci gelir idaresince sıkı kurallara bağlanmıştır. İndirilemeyen Katma Değer Vergisi’nin mükelleflere iade edilmesi bazı hâllerde ciddi zaman alabilmekte, bu durum ise yoğun rekabet yaşanan uluslararası piyasalarda çok düşük kâr marjları ile çalışmakta olan mükelleflerin finansman dengelerinde ciddi sorunlara neden olabilmektedir.
Yurt dışında veya serbest bölgelerde yerleşik kişilerden satın alınan malların, Türkiye üzerinden transit olarak veya doğrudan doğruya yurt dışında veya serbest bölgede yerleşik kişilere satılması olarak tanımlanan transit ticaret de ihracat gibi ülkeye döviz getirisi sağlayan dış ticaret yollarından birisidir. Tanımından da anlaşılacağı üzere transit ticarete konu olan mallar ticareti gerçekleştiren mükelleflerin mal varlığına girip çıkmakta ancak bu malların satın alınması ithalat, satılması da ihracat olarak kabul edilmemektedir.
Transit ticarette yurt dışından satın alınan mallar yine yurt dışına satılmakta, mallar Türkiye’de serbest dolaşıma girmemektedir. Bu hâlde teslim Türkiye’de gerçekleşmediğinden işlem de KDV'nin konusuna girmemektedir. Çünkü Katma Değer Vergisi Kanunu’na göre bir teslim veya hizmetin vergiye tabi olabilmesi için işlemin Türkiye’de yapılmış olması diğer bir deyişle “malların teslim anında Türkiye'de bulunması” gerekmektedir. Ayrıca transit ve gümrük antrepo rejimleri ile geçici depolama ve serbest bölge hükümlerinin uygulandığı mallar da KDV’den istisnadır.
Malların ülke içinde üretilerek ihraç edilmesi yerine, transit ticaret yönteminin tercih edilmesi, ihracatta yaşanan KDV’nin finansman dengesi üzerindeki olumsuz etkilerinden işletmeleri kurtarabilecek gibi görünebilir. Ancak transit ticaret kapsamındaki işlemler, ülkede yaratılan katma değerin düşmesi dolayısıyla üretim gücünün ve istihdamın da zayıflaması ve uzun vadede ülkenin rekabet gücünün azalması gibi ciddi sakıncalar yaratır.
Katma Değer Vergisi’nin ekonomik gelişme üzerindeki bu olumsuz etkileri, KDV iadesi sisteminin daha hızlı ve sorunsuz şekilde çalışabilmesini sağlamaya yönelik, ilgili meslek kuruluşları ile gelir idaresinin birlikte yapacağı çalışmalar sonucunda alınacak tedbirlerle ortadan kaldırılabilecektir.